Avın düzenlenmesine ait kural ve törenler:
Ava gidiş hazırlıkları, av sonrası verilen partiler, törenle yapılan avlar (sürgün-sürek avlan) ve törensiz yapılan avlar şeklindedir. Eski Türklerde yılda bir defa Totem olan Tibet Öküzü (Yak) için büyük sürgün avlan tertiplenir ve bunun bir çeşit savaş eğitimi sayıldığı bilinmektedir. Ziya Gökalp bu sürgün avlarını tafsilatlı olarak anlatmaktadır. Eski Türklerde, sığır dedikleri (Yak) Tibet Öküzü Totem sayıldığından bunun adına, Hakanın ve Beylerin İdaresi altında büyük ve umumi bir av tertip edilir ve umumi ava sığır-sürgün denilirdi. Sürgün avı büyük bir bölgeyi kaplayacak bir alanda yapılırdı ve daire şeklinde her taraftan sürülen hayvanlar kararlaştırılan merkezde toplanır, bu halkadan kaçan hayvan olursa oradaki görevli kimse cezalandırılırdı. İlk av okunu Hakan veya beyler başlatırdı. Bundan sonra sıra ile ve mertebelerine göre, Hakanın oğullan, beyler ve nihayet ava katılan kimseler avlanırdı. Avlanmalar ancak kabile, il ve hakanın izni ile yapılır, hatta velayet sahibi kimselerin oğulları babalarından izin almadan kendi başlarına ava çıkarlarsa suçlu sayılır ve cezalandırılırlardı. Sürgün avının sona ermesinden sonra, av etlerinin hep beraber yenildiği büyük bir ziyafet (şölen) verilirdi. Bu müşterek yemekle, aynı zamanda Türkler indinde bu vesile ile tanışma ve birleşmeyi sağlamış olurlardı. Padişahların ava gidişleri ve avdan dönüşleri de teşrifatla belirlenmiş bir törenle yapılırdı. Tabii bu tören yalnız uzun sürecek avlar için yapılıyordu. Osmanlı Devleti'nin güçlü olduğunu göstermekte atalarından geri kalmayan Sultan Avcı Mehmed, gösterişe de çok meraklı olduğu için, ava çıkış ve avdan dönüşleri çok muhteşem olurdu. Bu gösterişi şüphesiz ki Edirne'ye gelen elçiler için yapıyordu. Padişahların avdan dönüşü de ayrı bir töreni gerektiriyordu. Eğer padişah İstanbul'dan av yaparak Edirne'ye geliyorsa, Sadrazam, vükala, ulama ve halk tarafından İskender köyünde, İstanbul'a geliyorsa aynı şekilde Küçük Çekmece köyünde karşılanırdı. Padişah'in karşılandığı yerde çadırlar kurulur, sofralar hazırlanır karşılamadan sonra genellikle öğle yemeği yenilirdi. Yemekten sonra padişaha ve beraberinde gitmiş ise Darüssaade Ağa'sına ve Rikab Ağaları'na Sadrazam tarafından peşkeşler verilirdi. Tarih yazarı Raşid Efendi Sultan Mustafa'nın 26 Aralık 1702 günü İskender Köyü'nde böyle bir av dönüşü karşılanışını şöyle anlatıyor: "Yemekten sonra Padişah'a iki donanmış ve bir yedek at ve beş kese çil akçe ve altı mükemmel bohça ve çuhayla kaplı siyah kürk, Darüssaade Ağası'na bir donanmış at ve Arz Ağları'na bayramlarda verilenler gibi boğçalar verildikten ve gerekli "Adet-i kadime" yapıldıktan sonra alay ile saraylarına geldiler.
Her av partisinin sonunda ele geçirilen hayvanların işkembe ve diğer sakatat kısımları av köpeklerine yedirilmiş, küçük kuşlar da yırtıcı kuşlara sunulmuştur. Av etlerinden ise çeşitli kızartmalar, ızgaralar ve yemekler yapılarak ağaç sofralar üzerinde ve çardaklar altında yenilmiştir. Geceleri ise büyük ateşler yakılmış, Tabii ve Nakkareler çalınmış ve ünlü köçeklerin ve hokkabazların oyunları seyredilmiştir. Tabılbaz- doğan davulu demektir. Tabılbaz büyücek bir nakkareden ibaret olup, atın eğerine bağlanır ve vurma aleti olan turra vurulmak sureti ile çalınır. Niğbolu Savaşı'nda esir düşen bir çok kontlara seyrettirmek üzere bir gösteri avı düzenleyen Yıldırım Beyazid, bu av partisine, 6000 sekban ve 7000 doğancı iştirak ettirmiştir. Esir asilzadeler, bu göz kamaştırıcı gösterileri çulları canfesten yapılmış olan tazıları, mücevher kakmalı tasmalarda görülen parsları, süslü ve işlemeli eldivenler üzerindeki doğan ve şahinleri ve bunların av alanındaki çalışmalarını hayret ve hayranlıkla izlemişlerdir.
KAYNAK: TÜRK KÜLTÜRÜNDE AVCILIĞIN TEMEL DAYANAKLARI (THE FUNDAMENTAL SUPPORTS OF HUNTING İN TURKISH CULTURE)
Özbay GÜVEN* Gülten HERGÜNER
PAÜ. Eğitim Fak.Derg. 1999, Sayı:5