Boşa Kürek Çekmek…
« : 08 Eylül 2009, 16:25:57 » Alıntı
--------------------------------------------------------------------------------
BOŞA KÜREK ÇEKMEK…
Doç. Dr. Kemal KIRIKÇI
Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, KONYA.
Sevgili yaban hayat dostları veya sevgili avcılar!
Böyle bir başlangıç bir bilim adamının yazacağı bir yazının girişi olarak bazıları için garip kaçabilir, fakat günümüzde ülkemiz yaban hayatının durumunu gönülden ve samimi olarak düşünen ne yazık ki bir tek sizler kaldınız. Sizlere hiç hak etmediğiniz halde, sizi yaban hayatını bitiren, hayvan katliamı yapan, kendi zevki için canlıları öldüren kimseler diye tanımladığı kişilerin sözlerine aldırış etmeden, yaptıklarınızı reklam etmeden, hiç kimseden alkış beklemeden ve gerektiğinde size karşı söylenen sözleri içinize atarak, bu ülkenin yaban hayatına en önemli katkıyı yapıyorsunuz, yapmaktasınız ve ömrünüzün vefa ettiği yere kadar yapacağınızdan hiç mi hiç şüphem yok!
Birilerinin kulağına bir bilim adamından bu sözlerin de gitmesi garip gelebilir. Ancak 17 yıllık bilim dünyamda ne yazık ki gördüklerim bunlar. Ben tüm bilim çalışmalarını ülkemiz yaban hayatının en önemli nesnesi olması gereken keklik ve sülünler üzerinde yapan bir bilim insanı olarak, bu kanaatime yaşadıklarımla geldim. Bilim hayatım boyunca yanıma sadece ve sadece avcılar geldi. Geliş amaçları kendilerinin hiçbir dahli olmasa da fakirleşen yaban hayatımızın tekrar eski zenginliğine kavuşturulması için sadece “Ne yapabiliriz?” sorusuna cevap aramaktı. Slogan ve hamaset üretmekten başka hiçbir şey yapmadıkları halde, sizleri insanımıza katil diye gösterebilmenin peşinde koşanlara inat, siz bu millete av hayatı nedir? Yaban hayatı nedir? Ne faydası vardır? Eksikliğinde ne olur? gibi konularda şimdiye kadar yaptıklarınızın yanında, YABAN TV gibi bir televizyon ile mükemmel yayınlar yapıp, bu milletin yaban hayatı konusundaki eğitim işini de yapıyorsunuz.
Peki siz kimsiniz? Sizin için, sizi tanımayan, bilmeyen veya bile bile kasten yanlış tanıtan kişilerin sözlerini bir tarafa bırakarak şu tanımlamayı yapabiliriz;
Sizlerin en azından benim gözümde bir elma, üzüm veya diğer bir meyve üreticisinden hiçbir farkınız yoktur. Nasıl ki bir meyve üreticisi her yıl meyvelerini hasat eder ve ağaçlarını daha fazla ürün almak için budarsa, ve bu yaptığı budama işinden dolayı ağaç katliamcısı sıfatını falan da kazanmıyorsa, sizler de yaban hayatının hasat ve budama işini yapmaktasınız. Zira avcılığın İngilizce’deki karşılığı “harvesting” yani “hasat”’tır. Hasat yapılmazsa bir ağacın meyvesi veya bir tarlanın mahsulü ne olur? Üstelik sizler bu iş için bırakınız bir ücret kazanmayı, ücret ödeyerek yapmaktasınız. Peki ödediğiniz ücretler ne oluyor?
4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun, gelirlerin kullanılması ile ilgili 10. maddesine göre “Bakanlık, av ve yaban hayvanlarının korunması, geliştirilmesi ve av ve yaban hayatı yönetimi, avlakların kurulması, bakımı, işletilmesi ve avlanmaların kontrol altına alınması, üretme istasyonları, koruma ve geliştirme sahaları kurulması, yaban hayvanlarının hastalıkları ile mücadele edilmesi, avcıların eğitilmesi, avcılığın ve av turizminin geliştirilmesi için Döner Sermaye İşletmesinde bu kanun uyarınca toplanan gelirin tamamını kullanır” denmektedir. Yani ister sizlerden toplanan her türlü gelir, isterse av turizminden elde edilen gelirler olsun toplanan tüm ücretlerin tamamının, bu ülkenin av ve yaban hayatının korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilir şekle getirilmesi amacıyla kullanılması bu kanunun emridir. Peki bu işi yapmakla yükümlü olanlar ne yapmaktalar? Doğrusunu söylemek gerekirse, belki de bu sefer size çok garip gelecek ama, bu işi biraz bilen bir insan olarak söylüyorum, ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Ama yazımın başlığına dönecek olursak ne yazık ki, boşa kürek çekerek. Peki nasıl mı boşa kürek çekiyorlar, dilimin döndüğünce anlatayım.
Bakanlık 1969 yılından beri sülün, 2001 yılından beri keklik üretip tabiata saldığını, 2001 yılından beri 140.000 adet keklik ve sülünün üretilip tabiatla buluşturulduğunu ifade etmektedir. Hatta son yıllarda bu işe Tarım Müdürlükleri de katılmış, özel işletmelerden satın alınan keklikler süne mücadelesi amaçlı olarak tabiata salınmaktadır. Fakat keklik ve sülünlerin salınmasında kesinlikle bu işin kurallarına ne yazık ki uyulmamaktadır. İlk yıllarda salım işlemleri “-ki bir tanesine de ben katıldım ve gördüklerime inanamadım”, kümesten, kafesten alınmış olan kekliklerin direk salınacak bölgeye bırakılması şeklinde yapılmaktaydı. Fakat son yıllarda salımı yapılacak olan keklik ve sülünlerin volyerlerde yerleştirileceği bölgeye alıştırılarak salındığı söylenmektedir. Peki bu yeterli mi? Hayır! İster volyerlerde tabiata alıştırılarak bırakılsınlar, isterse alıştırılmadan bırakılsınlar, yapılan iş kesinlikle bu ülkenin tilki, sansar, kurt ve çakallarını besleme işinden başka bir şey değildir. Bu şekilde isterse yılda 1 milyon adet keklik ve sülün salınsın, elde edilecek sonuç kocaman bir “0”’dır. Zira bu işlerle ilgilenen herkesin bildiği gibi, bir araziye gerek keklik veya gerekse sülünlerin salınmasında birinci şart, o bölgenin yırtıcılarının sayısının düşürülmesi ve kontrol altına alınmasıdır. Bu işin ise ülkemiz avcısının desteği alınmadan yapılmasının imkanı ve ihtimali yoktur. İşte asıl problem de buradadır.
Milli Eğitim Bakanlığının öğretmenler olmadan yapacağı iş neyse, hakim ve savcılar olmadan Adalet Bakanlığının yapacağı iş neyse, avcılar olmadan, onların desteği alınmadan, onlara söz hakkı vermeden ilgili bakanlığın Av ve Yaban Hayatı Dairesinin yapacağı iş de o kadar olacaktır ve sonuçta boşa kürek çekilecektir. Yani avcılarımızdan, av turizminden elde edilen gelirler heba edilecektir.
Peki yapılması gereken nedir?
Birincisi, av ve yaban hayatı ile birinci derecede ilgilenen kurumlarla, siz ne yazık ki farkında değilsiniz ama Türkiye’nin belki de en büyük sivil toplum kuruluşu olan ve içinde ülkemizin en geniş sosyolojik yelpazesini oluşturan sizlerin yani avcıların iletişim eksikliğini, “BİZ ve ONLAR” düşüncesini bırakarak gidermek olmalıdır. Av ve yaban hayatında çalışanların, üstelik makam ve mevkisi her ne olursa olsun, görevlerinin ülkenin av-yaban hayatına ve avcısına hizmet etmeleri olması gerektiğini bilmeleri ve buna göre davranmalıdırlar. Zira yine İngilizce’de memur kelimesinin karşılığı “public cervant”’tır, yani dilimize çevirecek olursak, “halkın hizmetçisi” veya buradaki özel anlamıyla “avcının hizmetçisi”’dir. Avcılar ise av yaparken, veya av-yaban hayatı ile ilgili her işlerinde av-yaban hayatının gelişmesi ve zenginleşmesi için emek harcayanların, emeklerinin boşa gitmemesi için her türlü kanun, yönetmelik, sınırlama, yasaklama ve hatta örf, töre, anane, gelenek ve göreneklere göre de hareket etmelidir.
İkincisi, araziye ister keklik, ister sülün veya her ne salınacaksa salınsın, arazinin yırtıcı sayısının o bölgedeki avcı dernekleriyle iletişime geçilerek, yardımlarının alınarak azaltılması veya kontrol altına alınmasıdır. Bu iş ise av-yaban hayatı çalışanlarına düşmektedir. Ben bunu gönül rızasıyla yapmayacak olan bir Türk avcısını tanımıyorum, tanımak da istemem veya ona avcı denilir mi, denilmez mi sizlerin vicdanına bırakıyorum.
Üçüncüsü ise, bu ülkede yaşayan herkesin tüm hücrelerinde hissetmesi, farkında olması gereken şey hepimizin aynı gemide olduğudur. Bizler, yani bu ülkede şu anda yaşayanların amacı, ülkemizin her imkanından bencilce, azamice yararlanıp sonuna kadar tüketmek değil, ülkemizin şu andaki imkanlarının çocuklarımızın ve torunlarımızın bizlere emaneti olduğunu bilmemiz ve bu emaneti geliştirip, zenginleştirerek çocuklarımıza miras bırakmak olmalıdır.
... DEĞERLİ AV VE DOĞA SEVER DOSTLAR BAŞKA BİR SİTEDE GÖRÜP İNCELEDİĞİM VE BEĞENDİĞM BİR MAKALEYİ SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM LÜTFEN OKUMADAN GEÇMEYİN....