Kendi halimde, herhangi bir maddi yada edebi kaygı taşımadan yıllardır şiir ve düz yazıyla uğraşıyorum. En son geçen yaz bir roman yazmaya karar verdim. 90lı sayfalara ulaşmışken o yüz karası 15 Temmuz araya girdi. Bu hafta tekrar oturdum bilgisayar başına yazmaya devam ediyorum. Giriş kısmını sizlerle paylaşmak istedim.
Bazı şeyler hiç bitmez, değil mi? Ama devam da edebilir mi? Geriye dönülebilir mi? Ne kadar zorlasan da kendini inanmak için, kalbinde bir yerlerde biliyorsun aslında hiç bir zaman gerçekten geriye dönülemeyeceğini. Zaten bu da değildir istediğin.
Hikayenin sonunu bilmek istemezsin. Bilmesen de, bilmek istemesen de "Keşke bitse!" dersin. Bitsin. Ama iyi bitsin. Arada yaşanmış, o boş gibi görünen zaman, belki anlam da kazanır bu şekilde.
Yalanlar söylersin kendine bu bekleyişlerde. Bir nefes daha ileri gidebilmek için çareler arayan zihninde düşünceleri ertelemeye çalışırsın. Aşk bu...
Ama başka şeyler de ister insan. O da ayrı bir soru, apayrı bir sorun. Ne anlamı var ki? El ele tutuşmanın, oturup bir yerlerde bir şeyler yemenin, film izlemenin, gülüp eğlenmenin... Ne anlamı var ki bunların? Hem neden anlamı var?! Bunlar sadece hayatın bir parçası değil mi? Olabildiğine monoton ve biyolojik bir hayatın parçası değil mi tüm bunlar? Aşk bunun bir parçası değil, inanmıyorum. Aşk hayatın bir parçası değil, farklı bir boyutu. Gece ve gündüz gibi.
Gece ve gündüz... İki ayrı dünyanın birbirine kavuşması ve birbirinden ayrılması. İki insan gibi. Gece gibi. Fiziksel dünya ve insan bedeni uzaklaşır, geriye ruh ve sadece ruhun aydınlatabildiği gece kalır.
Olur ya bazen, kendi yazdığın filmde kötü karakteri oynamak zorunda kalırsın, ama bir tarafın da hep iyi kalır; işte o "iyi yarım"a...