Merhaba arkadaşlar,
Konuyu ilk mesajdan son mesaja kadar sabırla okudum. Her zaman Türklerin kaliteli ürünler yapmasını dilemiş, her zaman Türklerin kendi mallarına sahip çıkmasını arzu etmiş birisi olarak içinden çıkılmaz bir durumda olduğumuzu bir kez daha gördüm.
Her türlü ilişki bir seviye kaygısı taşımadan deyim yerindeyse "ahbap-çavuş" ilişkisi şeklinde başlıyor (Falan ustayı tavsiye ederim. Çok iyi bir insan.) ve aynı şekilde de sonlandırılıyor. (Yok abi, fuarda standına gittik adam bir çay bile söylemedi.)
Arkadaşım, tüfek mi alıyorsun, adam mı seçiyorsun, çay mı içeceksin? Karar ver.
Satış temsilcisi (Genellikle telefonu ilk açan kimse o) "Gönder abi sen onu en kısa sürede hallederiz, edemezsek, bir daha gönder bir daha hallederiz." (Tabii tüfek denilen şey de öyle orta malı gibi bir şey yani. Bizim onunla hiç duygusal bir bağımız falan yok. Bildiğin delikli demir. Gönder ustaya iki çekiç çakıp geri postalasın.)
Bir fabrikada veya atölyede usta olmanın tanımı da başka bir şey. ( O usta geçen yıla kadar bu markada çalışıyordu, sonra ayrıldı yan tarafa kendi atölyesini açtı.)
Bütün bunlardan sonra marka temsilcisi, fuarda çıkar (ayı pençeli) mikrofona derki; Efendim ar-ge çalışmalarımız bizim vazgeçilmezimiz. Dünyadaki bütün yenilikleri anında takip altına alıyoruz. (Haberi bile yok, nasıl olsa kimsenin de haberi yoktur diye sallıyor.) Yüzün üstünde ülkeye ihracatımız var. (Bedava veriyoruz diyor.) İç piyasada ilk üç firma içindeyiz.(Bizden ayrılan ustanın 350 TL ye sattığı tüfekleri saymazsak diyor.) Müşteri memnuniyeti bizim olmazsa olmazlarımızdan. (Çaydan bahsediyor.) Tabii kalite de ucuza alınmaz. (Fiyatını gösterip, psikolojik kalite algısı oluşturmaya çalışıyoruz diyor.)
Bütün bunlardan sonra bir de benim gibi saflar var. (Arkadaş Türk malı Türk'ün malı bunu her Türk kullanmalı.) diyor veya diyorum.
Arkadaşlar, biz dünyanın sayılı ülkelerinden birisi olmak zorundayız. Olacağız ya da olmalıyız demiyorum, olmak zorundayız.
Lütfen beni bağışlayın.
Sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim.