Selamün aleyküm, Şükrü Tekeli kardeşim, tapalarla ilgili yorumuyla bana çocukluk yıllarımı hatırlattı.
(1950 Konya/Akören Orhaniye Köyünde doğdum.)
Dayım avcı idi. Barutu kendisi yapardı.
Mağaralarda toprağın üzerindeki beyazlıkları toplar, onu suda kaynatır, suyunu süzer, kükürt ve söğüt kömürüyle karıştırıp dibekde döver.
sonra mermer gibi düz taşlar üzerinde kurutur.
ayrıca mermer gibi düz taşı ateşte ısıtır barutu onun üzerine serer nemini iyice alırdı.
Sonra da o barutla mermi yapardı.
MKE.nün kağıt fişekleri kullanılamaz duruma gelince fişeğin metal kısmını alır, ateşte kalan kağıt kısmını yakar, fişeğin metal kısmının içine tenekeden ilave yapardı yani teneke fişek yapardı.
Saçmayı da kurşunu eritir, ince tel şeklinde döker sonra onları makasla keser, iki düz taş arasında yuvarlardı.
Patlamış fabrika kapsülünün üst kısmını söker kapsülün memesinin üzerine bakırdan kapsül (kel kapsül)takar, barutu fişeğe koyar çaputtan parçaları tapa yerine barutun üzerine basardı.
Eliyle yaptığı saçmalar irili ufaklı fişeğe ölçekle koyar ağzını çaputla kapatır teneke kısmını da hafif büzer böylece mermileri doldururdu.
Çok mermisi yoktu.10 kadar mermisi olur, Uçara atmazdı. Ördeğin gözünü görmeden atış yapılmaması gerektiğini söylerdi.
Abaz Dağında kafesle keklik avlardı.
Bazen de keklikler sabah ve öğleden sonra suyu içtikten sonra geceleyeceği yere gittikleri güzergahı tesbit eder yürüyen keklikleri avlardı.
Şimdi av malzemesi çok.
Lakin av çok azaldı.