Sevgili OĞUZ BAÇAOĞLU abim her anısını yazışında bizi yaşadığımız, hiç unutamayacağımız av anılarımıza götürüyor. Kalp atışımız hızlanıyor, içimize sığmayan o heyecanları iliklerimizde hissediyoruz yeniden…
Yaşanılan o heyecanın tarifi, izahı mümkün olmuyor. Avcı olan anlar diyoruz kısaca…
Bende yaşadığı , özlemini duyduğum anlardan birini birazda Oğuz abiye özenerek
paylaşmak istedim sizlerle.
2001 yılı sömester tatilinde Orduda okumuş olduğum öğretmen lisesinden tatil için memleketim Samsun-Çarşambaya gittim. Yaşımdan dolayı o zamanlar sadece Dayımların yanında ava gidiyorum ve son bir yıldır elime tüfekte veriliyor . Ama her avda kollanıyorum :şöyle taşı, böyle at ,o tarafa çevirme, namlunun ucunu kontrol et, yanında yürüyene dikkat et, alçak atma vb. uyarılarla tabiri caizse avcılık eğitimeme devam ediyorum…
O yıl çok güzel bir kar yağdı çarşambaya 80 cm civarı ve çarşambada kar çok güzeldir. Cennet manzarası gibidir bana. Hemen köyde alıyorum soluğu, dayımlar göle gitme hazırlığında tulumlar hazırlanıyor, fişekler kontrol ediliyor üst baş giyiliyor…. Yalvarır gözlerle bakıyorum. Anlıyorlar hemen. Bende gitmek istiyorum. Ama tulum yok. Fişek yok. Tüfek yok. Bir tek av tutkum ve bana avı sevdiren dayılarım var… İşin en kötü tarafı ise araba geliyor ve arabada hiç yer yok… İstemeye istemeye beni bırakıyorlar … 17 yaşındayım o zamanlar ama çocuk gibi peşlerinden ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Onlar giderken hala lapa lapa kar yağıyor…
Dedemin yanına yukarı çıktığımda dayımın poze duvarda asılı. Dedeme dede bana fişek ver az gezcem ben çulluğa bakcam diyorum. Dedem de nazlanarakta olsa veriyor gizli kilitli dolabından , hiç tükenmeyen ve hiçbir yerde görmediğim marka av fişeklerinden. Dedemin o dolabı hep kilitliydi bi kere açmıştık dayımla anahtarını bulup, içinde paket paket sigaralar, fişekler, çakılar, çakmaklar….
Üstümü sıkı giyinip çıkıyorum dışarı kar tipi yağıyor. Çok gezilecek yerimde yok Karaağaç ormanları ile ev arası benim av yerim diğer yerler benim için bilinmedik o zamanlar… Kanal kenarından yürüyorum. 5 dakikada bir çulluk kalkıyor önümden ama ben çoğunu görüp öyle heyecanlanıyorum ki tüfeği yüzlemek bile gelmiyor aklıma… 3 . 4. Çulluktan sonra tüfek atmam gerek diye kendime direktif veriyorum ama kalkan çullukların hiçbirine nişan almadığım için hiçbirini vuramıyorum… Önümde orman var. Tüfeği sırtıma taktım gidiyorum. O zaman ki avda gücümün yettiği karatavukları arayacam yine derken arkamdan kanat sesleri kafamı yukarı kaldırıyorum 200-250 tane tahtalı kafamın üstünden 20 metre üzerimden geçiyorlar. Tabi ben yine bakakalıyorum… Sonra da yine kendime kızıyorum daha nasıl av bulacam diye… Derken ormana yaklaştıkça tahtalıların ormana konmuş olduğunu görüyorum… Heyecan içimi kaplıyor. Olduğum yerde eğilip biraz eğilerek gidiyor ardından da en yakın tahtalının bulunduğu ağaca doğru sürüne sürüne yaklaşıyorum. O kadar sessiz sürünüyorum ki tahtalıların konmuş olduğu ağacın tam altına kadar giriyorum. Tüfeği tam gökyüzüne doğru kaldırıp uzunca süre kezleyip tetiği kesiyorum. Nişan aldığım tahtalı çaput olup kara gömülüyor. Diğer kuşlar üzerimde uçuşuyor ama ben vurduğum kuşa koşuyorum… O kuş o kadar büyük ve ağır geliyor ki bana. Sevincim heyecanım dorukta, nasıl sevineceğimi şaşırıyorum sevinçten
… Daha sağa sola hiç bakmadan direk evin yolunu tutuyorum… Dedem eski avcı, görünce avımı o da ayrı seviniyor benimle. Sonrada dalgasını geçiyor ölümü buldun, çok soğuk bu kaç gündür ölü ki
diye.
Velhasılı hepimizin yaşadıkları farklı olsa da, avcılıktaki ilk deneyimlerimizdir bize avı sevdiren. Yalnız avladığımız ilk çulluk, başkasının vurduğu ilk tavşanı görmemiz vb. yaşantılardır heyecanımızı körükleyen ,alevlendiren….
Herkese sağlıklı av dolu uzun ömürler dilerim…
Saygılarımla.