Gönderen Konu: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.  (Okunma sayısı 5559 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Oğuz BABAÇOĞLU

  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 477
  • Thanked: 53 times
     ALTAN – Sayın Oğuz Babaçoğlu kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
      OĞUZ B.- 1971 yılında İzmir’de doğdum. İlköğretimde başarılı, ortaöğretimde başarısız bir öğrenciydim. Övünerek söylemiyorum ama ortaokulda biraz hayta, derslere ilgisiz, hep zayıfı olan, bütünlemeyle geçen bir öğrenciydim. Genellikle zayıfım üçten az, dörtten de çok olmazdı. Bir kere lise birinci sınıfta yedi tane zayıfım gelince sınıfta kaldım. Okul değiştirdim. Ailem beni, bu çocuk okuyamayacak, hiç olmazsa bir meslek sahibi olsun, diye Endüstri Meslek Lisesi’nin Metal İşleri Bölümü’ne yazdırdı. Ancak sınıfta kalmak bana güzel bir ders oldu, en azından sınavdan bir gün öncesinde ders çalışmak gerektiğini artık biliyordum. Ondan sonra, lise son sınıfa kadar sadece bir kez bütünlemeye girdim.
      1990 yılında benim gibi haylaz bir öğrenciden hiç beklenmeyecek müthiş bir çalışma performansı sergileyerek o zamanki adıyla Uludağ Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünü burslu olarak kazandım. 1994 yılında mezun oldum. Ancak mezun olduğum yıl yaşanan ekonomik krizden dolayı öğretmen alımı olmadığından 1995 yılında Sakarya Akyazı Pazarköy İlköğretim okulunda göreve başladım. Üç yıl sonra evlenerek Yozgat Sorgun Fatih İlköğretim okulunda göreve başladım. Bir yıl sonra oğlum Altan dünyaya geldi. 2001 yılında Denizli Acıpayam Lisesi’ne tayinim çıktı. 2007 yılında ikinci oğlum Onur dünyaya geldi. 2008 yılında da Anadolu Lisesine geçtim. Halen aynı okulda görev yapmaktayım.
   ALTAN- Kitaba gelmeden önce avcılıkla ilgili konuşmak istiyorum sizinle. Size göre avcılık nedir?
   OĞUZ B.- Avcılığın tanımı kişiden kişiye göre değişir. Çünkü avı herkes farklı yaşar ve yaşananlara göre tanımlar da değişir. Bana göre insanoğlu yeryüzünde varolduğu günden bu yana süregelen, kırk milyon yıllık bir içgüdüdür. Çünkü doğada varolabilmenin ilk şartı yemek yemektir. Bu şartı yerine getirirseniz hayatta kalabilir, neslinizi devam ettirebilirsiniz. Son 15 bin yıldır bir şeyler ekip biçip ürettiklerimizi yiyoruz, halbuki 40 milyon yıldır insanın yeryüzünde varoluşunun iki temel sebebi vardır: Biri toplayıcılıktır,  diğeri de avcılık.
    ALTAN- Ancak son yıllarda hayvan severler, özellikle vejeteryenler avcılığa şiddetle karşı çıkıyorlar. Onlar insanın otobur bir varlık olduğunu savunuyorlar ve avcılığa şiddetle karşı çıkıyorlar. Siz buna ne diyorsunuz?
    OĞUZ - Tabi okuyup araştırarak ortaya konmuş, temeli sağlam düşünceler değil bunlar. Çok basit bir örnekle bu düşünceyi çürütebiliriz. (Göstererek)Alt çenemizde iki ve de üst çenemizde iki olmak üzere çok sağlam dört dişimiz vardır. Nedir bu dişlerin adı? Köpek dişleri. Ağzımızdaki en sağlam dişlerdir. Hatta dişçiler protez yaparlarken genellikle bağlantıyı bu dişlere yaparlar. Bu dişin görevi nedir? Eti yırtmak, kopartmak ve dikkat edin doğada  sadece etçil hayvanlarda bunu görebiliriz. Otçul hayvanlarda köpek dişi bulunmaz. Demek ki insan, siz kabul etseniz de etmeseniz de etçil bir varlıktır.
     Et yememek insan doğasına ters bir durum. Hangi beslenme kitabını okursanız okuyun. Bir insanın sağlıklı beyin gelişimini sağlayabilmesi için protein alması şarttır. Bunu ben söylemiyorum, uzmanlar söylüyor. Protein neyde var? Ette… Haftada iki kez et yemek şart. Hele ki beyin için en faydalı B12 vitaminini alabilmek için haftada bir kez balık eti yenmesi gerektiğini de ben söylemiyorum.  Uzmanlar söylüyorlar.
     ALTAN- Hayvanseverlerin haklı olduğu noktalar yok mu?
     OĞUZ- Avcı dediğin kıpırdayan her nesneye ateş eden bir terminatör olarak düşünülmemeli. Avcı denilen kişi adı üstünde av hayvanlarını av açıkken avlar. Bunun gereğini yerine getirmeyenleri de avcı olarak nitelememek lazım. İstediği kadar belge almış olsun bohçacıdır bana göre.
     Bir de en çok doğal hayatı tahrip etmekle suçlanıyoruz. Doğal hayatın tahrip edilmesinden avcılar olarak biz de çok rahatsızız. Açık yüreklilikle söyleyeyim bu tahribatın sebebi avcılar değildir. Bunun sebebinin de  hızlı nüfus artışı ve endüstrileşme olduğunu düşünüyorum.  Düşünün ki bundan 100 yıl önce yazar Ahmet Rasim İstanbul Bostancı’da bıldırcın avına katıldığından bahsediyor. İzmir Yeşilyurt’ta keklik avı yapıldığını ustalarımızdan çok işittik. Bu yerler şimdi tamamen şehrin göbeğinde meskun mahal… Hayvanların yaşam alanları daraldı ve popülasyon azaldı. Bunun sebebini salt avcılar olarak görmek, acımasızca bir itham.
      Öte yandan acıma duygusuyla hayvanseverliği birbirine çok fazla karıştırmamak gerekir diye düşünüyorum. Zaten bizde de hayvanseverlik çoğunlukla bir şeyler yapmak için değil, etiket olsun, sırf bana hayvansever desinler, diye vicdani duygularla hareket edilerek yapılıyor.
      Gerçek hayvanseverler sözlerimden alınmasın. Meydanlarda, köpek barınaklarında özellikle kameralar açıkken şov yapanların büyük bir çoğunluğu; hadi bir hayvan barınağı yapalım, bedava bir veteriner kliniği açalım, doğadaki keklikleri yemleyelim, denildiğinde ortadan yok oluyorlar her nedense. Zaten bu durumdan gerçek hayvanseverler de şikayetçi…
      Öte yandan hayvanlara eziyet etmeye ben de karşıyım. Bu manada ben de bir hayvanseverim…
      ALTAN- Avcılığa nasıl başladınız?
      OĞUZ- Bizimki gibi bir sülalede avcı olmak değil, avcı olamamak büyük marifet diye düşünüyorum.
      Düşünün ki ana tarafından Mehmet Dedem, köyün bir numaralı ördek avcısı. Baba tarafından İbrahim Dedem her attığını vuran bir keklik avcısı.


(Bir av dönüşü fotosu Dedem İbrahim BABAÇOĞU en ortada oturan)
Amcam Güngör Babaçoğlu müthiş bir avcı. Babam avcı, Teyzeoğlum Suat Abi avcı… vs.
      Beni ava başlatan sebep nedir diye düşündüğümde,  başlangıçta söylediğim o içgüdüyle açıklanabilir diye düşünüyorum. Zaten bir insanın içinde avcılık varsa siz istemeseniz de o adam ama balıkçı olur, ama zıpkıncı olur. İllaki avcı olur. İçinde olmayana köpeğin en iyisini bulsanız, tüfeğin kralını alsanız aşı  tutmaz. Bir örnek vermek isterim. Kardeşim Yavuz, en yakın arkadaşı Ahmet zıpkınla ava başlasın diye ona güzel bir takım düzdürmüş. Ancak çocuk, olaya ısınamadı, doğru dürüst balık vuramadı ve avı bıraktı. Öte yandan kayın biraderi Murat’ın eline ilk kez zıpkını vermiş, adam elbisesiz dalarak ilk dalışında levrek vurmuş. O da müthiş bir zıpkın avcısı oldu sonradan. Yani o içgüdü ya vardır, ya yoktur. Sonradan olmaz.
    ALTAN- Avcılık bir içgüdü meselesiyle  herkes avcı olabilir diyebilir miyiz?
    OĞUZ- Diyemeyiz. İlkel kabilelere bile baktığımızda bir işbölümünün olduğunu görürüz. Her kabilenin avcıları vardır. Hayvanı avlamak onların görevidir. Çok zor avlarda, mesela süreklerde kabilenin tamamının ava katılımı söz konudur. Bu da genellikle avı ürkütmek, avcılara kolaylık sağlamak amacıyla yapılır. Herkes avcı olamaz. Avcılık bir içgüdü meselesidir. İçinde varsa avcısındır zaten. Yoksa asla olamazsın…
   ALTAN- İlk ava kaç yaşınızda gittiniz?
   OĞUZ B. - 11 yaşımdan itibaren ava gitmeye başladım, 12 yaşında ilk kez tek kırma 16 tüfekle ava gittim. Ancak seyrek aralıklarla gidebildim. Bilinçli anlamda ilk başlangıç yaşım 15’tir. 15 yaşından sonra düzenli olarak ava gitmeye başladım. 
   ALTAN- Şu kitaba gelmek istiyorum. Öncelikle kitap yazma fikri nerden aklınıza geldi ve neden kitabınızın adını OĞUZ HOCA’dan AV HİKAYELERİ olarak seçtiniz?
   OĞUZ B.- Aslında gelmedi getirildi, demek lazım buna. (Gülüşmeler) Çünkü bir buçuk yıl önce bana kitap yazacaksın. Senin böyle böyle bir av kitabın olacak deseler asla inanmazdım.
    İnternette üyesi olduğumuz pek çok avcılık sitesi var. Orada yaptığımız avları paylaşıyoruz.       Ben de o hafta yaptığım avları, resimleri atıyorum. Tabi pek çok avcı bu paylaşımları yapıyor. Ama benimkiler bayağı ilgi çekmeye başladı. Gerek okuyan sayıları, gerekse yorum yapanlar günden güne arttı. Okuyanlar avı adeta yaşadıklarını söylüyorlardı. Bir yandan yazdıklarımı eşe dosta göstereyim istiyorum ama benim yazı, sözgelimi iki üç haftalık olunca, sayfanın altlarına hatta ikinci sayfaya düşüyor. Bazen bulmak zorlaşıyor. Sonra baktım sitenin yazarları var. Bir şeyler yazmışlar ama sonra çoğu yazmayı bırakmış. Site yöneticisi Ali İşlemeci ağabeyimize bir gün dedim ki : “Ben sürekli yazıyorum, bana bir köşe ayırır mısın?” O da severek bana bir bölüm ayırdı ve adını ben söylemeden “Oğuz Hoca’dan Av Hikayeleri” koymuş. Daha sonra en eskilerden başlayarak avın kapalı olduğu zamanlarda anılarımı da yazmaya başladım. Ardından, ismini anmadan geçmek istemem, Ali Ekber Çomak kardeşim de bir başka sitede bana böyle bir köşe ayırdı. Burhan Keskin kardeşim aynı şekilde başka bir sitede bana bir yer ayırdılar sağolsunlar… 
      Okurlardan bu hikayeleri bir araya getirerek derli toplu bir kitap oluşturmam doğrultusunda istekler gelmeye başlayınca ben de kayıtsız kalamadım ve “Oğuz Hoca’dan Av Hikayeleri” adlı kitap çıktı ortaya. Yani bir anlamda kitabı bana okurlar yazdırdı diyebilirim.
     Aslında herkes isminin gelecekte bir şekilde hatırlanmasını ister. Keşke bizden önce de dedelerimizden biri böyle bir kitap yazsaydı da bu gün severek okuyabilseydik o avları. Ben de bugünü düşünerek değil yarını düşünerek böyle bir kitabı kaleme aldım.
ALTAN- Okur yorumlarında hep hikayelerin dilinin çok akıcı olduğundan söz ediliyor. Gerçekten  bana göre de  öyle. Bir solukta okunup bitiyor. Bu dilin özelliği nedir? Var mıdır bunun bir sırrı?
OĞUZ B.- Ben buna doğal avcı anlatımı diyorum.  Bu aslında yalnızca bana özgü bir anlatım biçmi değil. Çünkü avcılar arasında bir av, bu şekilde anlatılır.
     Bana göre edebiyatımızın en eksik yönlerinden biri de budur. Yazıdan uzak durduğumuz için bir av edebiyatımız yok. Bu yüzden av, genellikle avcı olanlar tarafından değil de edebiyatçılar tarafından kaleme alınmış, bu yüzden de hep bir bunalım havası içinde aktarılmıştır. Elbette ki  Sait Faik usta bir oltacıdır. Cevat Şakir mükemmel bir balıkçıdır. Ancak onlar öncelikle edebiyatçı, sonra avcıdır. Yanlış anlaşılmasın, kendimi onlar kadar büyük bir yazar olarak görmüyorum ama bir av hikayesinin de avcılar arasında böyle anlatılmadığını çok çok iyi biliyorum. Örnek vermek gerekirse Cevat Şakir bir hikayesinde kafasından saçmalanan ve iki gözünü kaybeden bir Miho kuşunun 5 saat uçtuğunu sonra düştüğünü anlatır. Oysa her avcı bilir ki kafasından saçmalanan bir kuş göğe yükselir ve en fazla 1-2 dakika havada kalabilir. Sonra düşer. Avcı olmayan biri avı anlatırsa bu gariplikler doğal gibi görünebilir ama bu durum, az buçuk avın kıyısından köşesinden bir şeyler bilen her avcıyı gülümsetir.
    Peki av hikayesi nasıl anlatılır? İki örnek vereyim farkı çok çabuk anlayacaksınız. İlk anlatım örneği“Sabahın ilk ışıklarının kızıl gölgeleri,  üzerinde gelin duvakları açmış pamuk saplarının masum güzelliği içinden süzülen köpekler, buldukları ilk kuşun karşısında bekliyordu. Arkasından yanaşan Çorlulu Mehmet köpeğin ürkütmesinin verdiği telaşla kalkan bıldırcını, tüfekten çıkan duman kütlesiyle yere yıktı. Sonra köpek bunu alıp Çorlulu Mehmet’e getirdi.” Bu bir edebiyatçı anlatımı. Cümleler çok uzun, ayrıntılar abartılı. Halbuki bir avcı bunu böyle anlatmaz.
    Buyrun avcı anlatımını dinleyelim. Bir ağabeymizin anlatımını aynen veriyorum: “ Abi sabahın ilk ışıklarıyla tarlaya bir daldık. Köpekler ufak bir kokudan sonra bir çakıldı fermaya. Benimkini görecen, su terazisini koysan burun, kulak,sırt, kuyruk aynı hizada Allah canımı alsın…! Sağ elini de kaldırmış böyle bana adeta’Gel, gel!’ diyor. Heykel, heykel mübarek… Bas kızım! PRİNK! Bıldırcın bir fırladı. DAN DUN! Kuş aşağıda. Aport kızım..!” Birincisinde av heyecanını, o ruh halini anlatan o hareketlilikten eser yok. İkincisi ise belki anlatımı o kadar yaldızlı değil ama o ruh halini, hareketliliği yansıtmaya son derece müsait bir anlatım.
     İşin aslı, biz göçebelikten gelen bir milletiz. Göçebelik demek hareketlilik demek. Yani bu gün buradasınız yarın orda. Bu hareketli ruh halini aktaran dinamik bir anlatıma ihtiyaç var. Hele ki avı anlatırken. Bu anlatım şeklini de ben geliştirmedim.  Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Evliya Çelebi’yi, Binbir Gece Masallarını, Dede Korkut Hikayelerini okuyun, bu dil tüm canlılığıyla orada mevcut.
ALTAN- Sahi yeri gelmişken hikayelerde adı geçen Dedem Korkut neyi temsil ediyor? Bildiğim kadarıyla Dedenizin adı da Korkut değil… (Gülüşmeler.)
OĞUZ- Doğrudur. İşin aslı avcılar çok eğlenceli, neşeli insanlardır. Hikayeler, işin bu neşeli ve zevkli kısmı. Ama bir de olması gerekenler var.
      Hikaye anlatırken insanlara bir şeyler öğretmek işin en zor tarafı. Bunları kimin ağzından verseniz insanda bıkkınlık duygusu oluşturabilirsiniz. Ama bunu bilge bir insanın ağzından bir maninin kısalığında aktarırsanız, böyle bir tehlike kendiliğinden ortadan kalkıyor. Öte yandan Dedem Korkut ortak aklı ve sağduyuyu, yani olması gerekeni temsil ediyor. Bu bakımdan bana göre hikayeler sadece eğlendirici yanıyla kalmıyor, öğretici yönüyle de ön plana çıkıyor.
ALTAN- O hikayeleri nasıl kaleme alıyorsunuz.
OĞUZ- Öncelikle kalemle değil de klavyede yazdığımı belirteyim. (Gülüşmeler)
       Eğer yeni yapılan bir avı yazıyorsam iş kolay, fotoğraflar hazır, oturup yazıyorsunuz. Ancak anı yazacaksam işte o gerçekten çok zor bir iş. Çünkü 20 yıl geçmiş aradan. Olayı hatırlamak için hafızayı bayağı zorluyorum. Sonra telefon trafiği başlıyor. Korkut’a, Nebil Dayıya, en çok da Suat Abiye o olayın nasıl gerçekleştiğini soruyorum. Onların hatırladıkları ayrıntıları kendileriminkilerle karşılaştırıyorum. Uzun telefon görüşmelerinden sonra taşlar yerine oturuyor. Sonrasında oturup yazmak kalıyor. Mesela son hikayem için Nebil Dayımla 32 dakika görüşmüşüz.
ALTAN- O manileri nasıl yazıyorsunuz?
OĞUZ- Öyle hece ölçüsü tutsun, uyağı güzel olsun diye bir kaygım yok. Maksadı ifade etsin yeterli. Bir de o manileri önceleri sadece ben yazıyordum ama şimdi okurlarım da yazmaya başladı. Bu beni ayrıca sevindiriyor…
ALTAN- Okur kitlenizin içinde daha çok kimler yer alıyor?
OĞUZ- Daha önce de belirttiğim gibi yediden yetmiş yediye herkes kendinden bir şeyler bulabiliyor hikayelerde.
      Bayanlar okuyorlar mesela. Yeğenime bir tane göndermiştim. Teyze kızım elinden bırakamamış. Bir solukta okuyup bitirdiğinden bahsediyordu. Bir arkadaşımın kızı, ilköğretim 1. sınıfta okumaya yeni başlamış. “Baba” demiş. “Ben öteki kitapları okumasam da bunu okusam olur mu? Bu daha zevkli…” (Gülüşmeler) Hatta masal niyetine okuyup çocuk uyutanlar var bile var. (Gülüşmeler) Böyle şeyleri duymak beni gerçekten çok sevindiriyor.
ALTAN- Aslında kitapta anlattıklarınız sizin anılarınız. Neden bunlara “Anılarım” demediniz de hikayeler başlığı altında topladınız?
OĞUZ- Çok basit bir şey söyleyeyim. Ben de anı diyorum zaten yeri geldiğinde ama Anadolu’da buna genelde “Av anını anlat.” demezler. “Anlat bakayım şu avın hikayesini.” derler. İster yaşansın, ister kurmaca olsun, onun adına “hikaye” derler.
ALTAN- Yeri gelmişken bir şey daha sorayım, okurlarınız merak ediyorlardır. Hikayelerinizde hani hep derler ya, “Avcılar palavrayı severler.” Böyle küçük palavralar var mı?
OĞUZ- Bu soruyu bana pek çok kişi sordu, hep “Eksik  var, fazla yok.” diyorum. Çünkü olayı yaşayan insanlar çevrenizde. Bizim eleştirmenlerimiz çok uzakta değil yakınımızda. Ertesi günü şöyle diyebilirler. “Şurayı amma sallamışsın Hoca!” Hiç böyle bir tepkiyle karşılaşmadım. Aksine olayı yaşayanlar hep eksiklikler olduğunu söylediler. Zaten yaşanan her anı oraya yansıtmaya kalkarsanız o hikaye değil, roman olur. Ben de kendime göre bir takım ayıklamalar yapıyorum tabi. En önemlilerini yazıya aktarmaya çalışıyorum.
      Ama şunu söylemeliyim, iki avı birleştirip tek hikaye biçminde yazdığım oldu birkaç tanesinde.
ALTAN- Hikayelerdeki karakterler de en az sizin kadar tanınıyor. Kimler bunlar?
OĞUZ- Suat Gürsu  teyze oğlumdur. Korkut Babaçoğlu amca oğlum. Nebil Dayım Hala oğlumdur, ama biz ona çocukluktan beridir hep “Dayı” deriz. Ahmet Yılmaz her zaman beraber ava gittiğim av yoldaşım. Daha pek çok kişi var tabi, hepsine buradan selam yolluyorum. Ölmüşlere de Allah’tan rahmet diliyorum…
ALTAN- Yaşadığınız olaylar çok ilginç ama bunun daha da ötesinde kuvvetli bir hafızanız var. Çok uzun zaman önce yaşanmış olayları hatırlayabiliyorsunuz. Kitabınızın başarısı bu iki şeyde gizli diyebilir miyiz?
OĞUZ- Kitabın başarılı olup olmadığı tamamen okuyucuların takdiridir.
       Öte yandan benim yaşadığım olayların benzerlerini her avcı az buçuk yaşamıştır. Biz biraz yokluktan geliyoruz. Tek farkımız o. İmkansızlıklar içinde ava gitmiştik. Örneğin köpek besleyeceksiniz yeriniz yok, ava gideceksiniz çoğunlukla araba yok. Araba var, benzin parası yok, sıkı malzemeniz yok… vs. Böyle yokluklar içinde enkaz arabalarla ava gidilince av daha da maceralı oluyor ister istemez. İnsanın hafızasından da kolay kolay silinmiyor.
ALTAN- Balık avlarını da yazmayı düşünüyor musunuz?
OĞUZ –O hep aklımda olan bir konudur. Av hikayeleri kadar balık avı hikayelerim de var. Onları da yazmaya başladım yavaş yavaş. Ancak onları internette yayınlamayacağım.  Sanırım daha yapılacak çok iş var…   
ALTAN- Tüfeklere gelelim. Hangi tüfekleri kullanıyorsunuz?
OĞUZ- Ben  76 namlu 16 kalibre tek kırmayla ava başladım. Daha sonra babamın, benden habersiz satılmasına çok içimin yandığı, İspanyol Aya Piper marka tüfeğiyle devam ettim. 12 Çiftsan tüfek bana hediye olarak alındıysa da o tüfeğe pek ısınamadım. 1994 yılında babamın yine mezuniyet hediyesi olarak aldığı 20’lik huğlu ile muhteşem avlar yaptım. Daha sonra 20‘ lik Avsan’la devam ettim. Son olarak 12 numara Yıldız marka bir tüfek aldım.Çok memnunum. 2 yıldır onunla ava gidiyorum. Sonuç olarak yerli malı Türk’ün malı diyorum.
ALTAN- Bir avcının en iyi av arkadaşı elbette ki köpektir. Bize biraz ava gittiğiniz köpeklerinizden söz eder misiniz?
OĞUZ- Babam birinci sınıf bir köpek yetiştiricisiydi zamanında. Benim şanssızlığım ben tam ava başladığımda babamın işyerinin iflas etmesi ve kapatmak, hatta dükkanı da satmak zorunda kalmasıydı. Bu, artık uzun yıllar köpek bakacak bir yerimizin olmaması anlamına geliyordu. Çok üzücü bir durumdu. Bir de hastalığı çıkınca avı bıraktı mecburen.
     Babamın köpekleriyle bilinçli bir av yapmak nasibolmadı. Babam, o zamanlarda herkes kırık köpeklerle av yaparken hep safkanlarla avlanmıştır. Amerikalı ve İtalyan arkadaşlarının yurt dışından getirdiği köpeklerden aldığı yavrularla Diko,Funda, Coli, Arap, Gümüş gibi  müthiş köpekleri yetiştirmiştir.

(Soldan sağa Babam Bülent BABAÇOĞLU, Mişel CORSİNİ, Amcam Güngör BABAÇOĞLU ve Pol)

(Öndeki kuşları hep 100 metreden fermalayan Funda, arkadaki babamın efsane köpeği Diko)
 O nesil köpeklerden en son Çatalburun Funda’yı hatırlıyorum. Arkasından tüfek attığım, bıldırcın, lökeşe vurduğum müthiş bir köpekti.

Ardından uzun yıllar Suat Abi’nin  köpekleriyle idare ettik. Bunlar içinde en iyisi tartışmasız Garip adlı bir erkek pointerdi. Ondan sonra Lucky adlı Breton’umuz fermasızdı ama çok zeki bir köpekti. Bunlardan sonra uzun yıllar köpeksiz kaldık. Aslında köpek bakmak kolay ama yeriniz varsa. Yer sorunundan ötürü uzun yıllar köpeksiz avlanmak mecburiyetinde kaldım. Ama köpeksiz avcılığın da insana öğrettiği pek çok şey var. Örneğin bir dağda kuşun nerede olduğunu az buçuk sezebilme yeteneğim bu yüzden gelişmiştir.
   Yozgat’ta Gürbüz Amcanın kurzhaarı Duman’la çok güzel avlar yaptım. Hele ki uzun yıllar vurmak istediğim Çil kekliği vurdurması bakımından o köpeğin bendeki hatırası apayrıdır. O köpeği unutamam. Denizli Acıpayam’a geldim ama ev ve köpek bakmak için yer konusunda hep şanssızdım. En son canıma tak dedi ve bir kurzhaar yavru edindim.Lucky adlı bu köpeğimle çok güzel avlar yaptım ama pointer sevgisi bir başkaydı. Kendime Megi’yi aldım yavrudan. 2 yıldır da onunla avlanıyorum…   
ALTAN- Size av yemekleri desem bana neler söylersiniz?
OĞUZ- Av mutfağı ayrı bir dünya ama sanırım ben mutfak konusunda o kadar becerikli biri değilim. Onun da başka bir yetenek işi olduğunu düşünüyorum. Ama bir kez yaptığım bir yemeği unutamıyorum. O anımı anlatmadan edemeyeceğim.
           Yıl 1997 eylülü Adapazarı’nda öğretmenim. Köydeki evde tek başıma kalıyorum. Yanıma bir öğretmen arkadaş geldi, ev arkadaşı olarak. Öğretmenliğe yeni başlamış. Adı: Ediz. Cuma günü bunlar baba oğul eve eşyalarını yerleştirdiler.
           Ben akşamdan müsaade istedim. “Böyle böyle bende avcılık var. Bıldırcın göçü var. Ben ava gidecem. Siz rahat olun, keyfinize bakın. Öğlen dönerim.” deyip erkenden yattım. Sabah erkenden kalktım, ava gittim. Vurdum 6-7 bıldırcın, döndüm eve. Kuşları hazır edip biraz soğanda kavurdum. Salça ekledim.Yemekten pek anlamam ama yahni türü bir şeye benzetmeye çalıştım. Artan suyuna da biraz pilav yapıverdim. Hani derler ya bozuk saat bile 24 saatte iki kez doğruyu gösterir diye. Amanın benim ayar bir tutmuş! Ediz’in babası bayılmış. Adam bana dedi ki “Oğlum bak. Bizim oğlan tek çocuktur. Biraz el bebek gül bebek yetişti. Yemekten memekten hiç anlamaz. Bu ne yapacak? Köyde buna kim yemek pişirecek? Bu ya yumurta yemekten zehirlenir ya da acından ölür diye endişe ediyorduk. Senin bu lezzetli yemeğini yedim ya. Artık gözüm arkada kalmaz. Oğlan sana emanet!” diyerek aynı gün biletini alıp Ankara’ya döndü. (Gülüşmeler.)
ALTAN- Peki son olarak avcılara  söylemek istediğiniz bir şey var mı?
OĞUZ- Her şeyin başı sağlık. Avcıların güvenliği elden bırakmamalarını tavsiye ediyorum. Son yıllarda avın azalmasıyla da av hırsı çok artmış durumda. Birbirini vurma olayları çok arttı. Bunları duyunca avcılar olarak gerçekten çok üzülüyoruz. Arkasını görmedikleri yerlere ateş etmesinler. Birbirlerini hep uyarsınlar. Reflektörlü giysiler, en azından kolay fark edilebilecek şapkalar giysinler. Şavrotin diye tabir ettiğimiz, bazı yörelerde dokuzlu olarak bilinen sıkıları kullanmasınlar. Unutmamak gerekir ki hiçbir av, insan hayatından önemli değildir ve her avcının ailesine, eve sağ olarak dönmek gibi bir sorumluluğu vardır.
ALTAN- Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim.
OĞUZ- Ben  teşekkür ederim. Tüm avcı dostlara selamlar…



Altan BABAÇOĞLU 2012- 2013 Öğretim Yılı Türkçe Dersi Performans Ödevi   :) :) :)
« Son Düzenleme: 01 Nisan 2013, 23:15:31 Gönderen: Oğuz BABAÇOĞLU »
 

Çevrimdışı Gökhan İŞNAS

  • *
  • İleti: 44
  • AVCILIK AVCI SAYFASI
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #1 : 02 Nisan 2013, 00:05:46 »
Hiç sıkılmadan okudum Oğuz Hocam tebrikler yine çok güzel bir yazı olmuş...
Gökhan İŞNAS
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Elektrik-Elektronik Mühendisliği
1991 SAMSUN/TRABZON
 

Çevrimdışı Ziya ÇOBANOĞULLARI

  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 2704
  • Thanked: 1488 times
  • Avın başı rasgele sonu nasiptir.
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #2 : 02 Nisan 2013, 00:58:32 »
Performans Ödevi :)
Oğuz Hocam harbiden çok beğendim ....
Ödevden kaç alacak bakalım Altan :)
Benden 100 üzerinden 100 :)
  • Belçika Piper Çakmaklı Çifte(Constantinople-Lazaro Gabay)
  • Çifsan Çsp 555 Süperpoze
  • Sarsılmaz Concorde Yarı otomatik
  • Luigi Franchi Black Magic Yarı otomatik
  • Pietro Beretta S56E
  • Savaşcı Pointer's Altar
Ziya ÇOBANOĞULLARI      A rh +
02.06.1972 Bergama/İZMİR
İkamet : Çandarlı
 

Çevrimdışı Osman LİMAN

  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 587
  • Thanked: 137 times
  • AVCILIK AVCI SAYFASI
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #3 : 02 Nisan 2013, 09:03:47 »
Sayın Oğuz hocam çok güzel bir anlatım olmuş. bundan sonra daha sık takip edecem inşallah.
  • Huğlu 401 b
  • Sarsılmaz charles daly
  • Vursan 92a
  • Drahtar (dişi),pointer(erkek)
Osman LİMAN
1980 Karaman
Artık ANAMUR...
 

Çevrimdışı İsa TORUN

  • *
  • İleti: 167
  • Thanked: 1 times
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #4 : 02 Nisan 2013, 09:54:52 »
Oğuz Hocam güzel söyleşi olmuş, ağzınıza sağlık, Altan'a da başarılar...
1984-Afyonkarahisar/Eskişehir
AB rh (-)

windows 7 screen shot
 

Çevrimdışı Erdinç ŞEN

  • *
  • İleti: 454
  • Thanked: 1 times
  • VATAN MİLLET SAKARYA
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #5 : 02 Nisan 2013, 09:58:51 »
elinize kolunuza sağlık elleriniz dert görmesin herşeyiyle güzeldi...
erdinç - 1977
0 545 340 00 08
 

Çevrimdışı Aykut ALGÜNEY

  • *
  • İleti: 155
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #6 : 02 Nisan 2013, 09:59:56 »
Oğuz kitap için tekrar teşekkür ederim. Hikayelerin hepsi birbirinden güzeldi, kah gözlerim doldu, kah gülmekten karnım ağrıdı. Dönem ödevi vesile olmuş yine yazıları klavye'ye almışsın, eline sağlık.
Aykut ALGÜNEY
1972-İzmir
 

Çevrimdışı Oğuz BABAÇOĞLU

  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 477
  • Thanked: 53 times
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #7 : 02 Nisan 2013, 13:49:54 »
Oğuz kitap için tekrar teşekkür ederim. Hikayelerin hepsi birbirinden güzeldi, kah gözlerim doldu, kah gülmekten karnım ağrıdı. Dönem ödevi vesile olmuş yine yazıları klavye'ye almışsın, eline sağlık.
Aykut'um sağolasın. İleride konu sıkıntısı çekersem köşemde, oğlanı senin yanına göndericem. röportaja hazır olasın ... :) :) :)
Performans Ödevi :)
Oğuz Hocam harbiden çok beğendim ....
Ödevden kaç alacak bakalım Altan :)
Benden 100 üzerinden 100 :)
Kerata beni biraz yordu ama iyi de oldu... ;) Senin kız resimde, benimkisi röportajda iyi gidiyorlar hayınlısıyla... :)
Hiç sıkılmadan okudum Oğuz Hocam tebrikler yine çok güzel bir yazı olmuş...
Beğendiğinize sevindim. Teşekkür ediyorum...


İsa ve Erdinç kardeşlerim ben çok teşekkür ederim...

 

Çevrimdışı Mehmet YILMAZ

  • *
  • İleti: 307
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #8 : 02 Nisan 2013, 15:27:01 »
çok güzel bir yazı olmuş abi hem meslektasız anladığım hemde benim ilk görev yerim yozgat sorgundur önce akocak köyü sonra belencumafakılı kasabasıdır ne ilginçtirki memlketde denizli baya ortak yanımızda varmış avcı olmamızda cabası şuan afyon çaydayım abi yazılarınız dikkatle okuyorum inş denizlide de tanışmak nasip olur görüşmek üzere
Mehmet YILMAZ1979 Denizli ikamet Afyon
 

Çevrimdışı Oğuz BABAÇOĞLU

  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 477
  • Thanked: 53 times
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #9 : 02 Nisan 2013, 17:04:30 »
çok güzel bir yazı olmuş abi hem meslektasız anladığım hemde benim ilk görev yerim yozgat sorgundur önce akocak köyü sonra belencumafakılı kasabasıdır ne ilginçtirki memlketde denizli baya ortak yanımızda varmış avcı olmamızda cabası şuan afyon çaydayım abi yazılarınız dikkatle okuyorum inş denizlide de tanışmak nasip olur görüşmek üzere
Mehmet Kardeş, Tesadüfün bu kadarı hakikaten fazla... :) :) :) Tanışalım müsait bir zamanda...Özelden telefonunu verirsen görüşelim. Acıpayam'dayım ben, her zaman beklerim... ;) ;) ;)
 

Çevrimdışı Taşkın GESİLİ

  • Taşkın GESİLİ
  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 763
  • Thanked: 64 times
  • Taşkın GESİLİ
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #10 : 02 Nisan 2013, 17:42:12 »

Oğuz hocam dikkat edinde Altan' nın ödevi veren öğretmeni vejeteryan yada avcı düşmanı hayvansever(sanar) biri çıkmasın....  >:D ;D :D :o
Taşkın GESİLİ
1976 KAYSERI
BLUE PICARDY SPANIEL

 

Çevrimdışı Oğuz BABAÇOĞLU

  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 477
  • Thanked: 53 times
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #11 : 02 Nisan 2013, 17:50:29 »
Oğuz hocam dikkat edinde Altan' nın ödevi veren öğretmeni vejeteryan yada avcı düşmanı hayvansever(sanar) biri çıkmasın....  >:D ;D :D :o
Dur şimdi şeytanın avukatlığını yapma Taşkın :) :) :)
 

Çevrimdışı Nebil ÖZKÖKSAL

  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 406
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #12 : 04 Nisan 2013, 00:27:14 »
Üffffffffffff ağlasammı napsam?Oğuzun hatırlamadığı avlar avcılar köpekler..Şükürler olsun yetişmişim dayılarımın sayesinde çok esaslı avcılarla tanışıp çok güzel avlar yaptım.Dayımların her ikisininde haklarını heralde ödeyemem.Bu gün artık öyle dostluklara raslamak zor hayat rüzgarı herkesi bir yerlere savurup atıyor.
Hayatım boyunca büyük dayım BÜLENT BABAÇOĞLU gibi köpeğine sabırlı bu kadar ciğerden seven insan görmedim.
DİKO sarı ''şimdilerde solid diyolar ya ondan''alnında bi kurt başı vardı beyaz,bide göğsünde ilk gördüğüm aşık olduğum av köpeği oydu.İlk okula yeni başladığım senelerdi okulla dayımın dükkan çok yakındı kahramanlarda şimdiki pazar yerinin olduğu boşluğun demir yoluna bakan tarafındaydı dükkanları.O diko okulun dağılacağı saati bilir dörtyolun köşesindeki kahvenin önünde beni beklerdi.Çocukluk işte bu yaşıma geldim o dikonun orda beni beklemesi asla gözümün önünden gitmiyor onu orda gördümmü dünyalar benim oluyordu sonra sarıla oynaşa doğru dükkana gidip bol bol oynamaca.Avlarının en son zamanlarına çantacı olarak yetişebildim inanın öyle bir köpeğe elimdeki bütün av malzemelerimi tüfeklerimi derhal veririm.
Beni bu kadar etkileyen köpeğin nasıl geldiğinden ilk avlarından güzel bir hikaye çıkar ama biz bu işi yine oğuzcuğuma bırakalım bi telefon trafiğinden sonra çok yakında okuruz daha çooook yazılcaklar var hocam çoook kalın sağlıcakla rasgele...
Nebil ÖZKÖKSAL
1961 İZMİR
 

Çevrimdışı Oğuz BABAÇOĞLU

  • Müdavim Üyemiz
  • ***
  • İleti: 477
  • Thanked: 53 times
Ynt: OĞUZ HOCA'YLA AVCILIK ÜZERİNE BİR GÖRÜŞME- P.Ö.
« Yanıtla #13 : 04 Nisan 2013, 22:51:07 »
Üffffffffffff ağlasammı napsam?Oğuzun hatırlamadığı avlar avcılar köpekler..Şükürler olsun yetişmişim dayılarımın sayesinde çok esaslı avcılarla tanışıp çok güzel avlar yaptım.Dayımların her ikisininde haklarını heralde ödeyemem.Bu gün artık öyle dostluklara raslamak zor hayat rüzgarı herkesi bir yerlere savurup atıyor.
Hayatım boyunca büyük dayım BÜLENT BABAÇOĞLU gibi köpeğine sabırlı bu kadar ciğerden seven insan görmedim.
DİKO sarı ''şimdilerde solid diyolar ya ondan''alnında bi kurt başı vardı beyaz,bide göğsünde ilk gördüğüm aşık olduğum av köpeği oydu.İlk okula yeni başladığım senelerdi okulla dayımın dükkan çok yakındı kahramanlarda şimdiki pazar yerinin olduğu boşluğun demir yoluna bakan tarafındaydı dükkanları.O diko okulun dağılacağı saati bilir dörtyolun köşesindeki kahvenin önünde beni beklerdi.Çocukluk işte bu yaşıma geldim o dikonun orda beni beklemesi asla gözümün önünden gitmiyor onu orda gördümmü dünyalar benim oluyordu sonra sarıla oynaşa doğru dükkana gidip bol bol oynamaca.Avlarının en son zamanlarına çantacı olarak yetişebildim inanın öyle bir köpeğe elimdeki bütün av malzemelerimi tüfeklerimi derhal veririm.
Beni bu kadar etkileyen köpeğin nasıl geldiğinden ilk avlarından güzel bir hikaye çıkar ama biz bu işi yine oğuzcuğuma bırakalım bi telefon trafiğinden sonra çok yakında okuruz daha çooook yazılcaklar var hocam çoook kalın sağlıcakla rasgele...
Dayı valla o  Diko 'ya ben yetişemedim ama babam anlata anlata bitiremiyor ne köpekmiş! Yani öyle bir köpek olacak nem varsa elimde avucumda dökerim... Bakalım bu yaz babayla röportajlara başlayacağız. Onları da bir kayıt altına almak lazım değil mi? İnşallah seninle de bir röportaj yaparız nasibolur da. Eskileri şöyle bir güzel yazıya dökeriz... ;) ;) ;)