Hava biranda soğumuş poyraz tüm kuvvetiyle esmeye başlamıştı. Tüm yurttan kötü hava koşulları sebebiyle türlü haberler geliyordu. Doğuda binlerce köy yolu ulaşıma kapanmış okullar tatil edilmişti. Aklı başında insanların bu havada yapacağı tek şey evinde sıcacık sobanın başında bu soğuk günleri geçirmekti. Fakat bizim gibi küçükten kanına ördek mayası girmişler her sene bu havayı beklerler ve nihayet bu havayı buldularmı kanları kaynamaya başlardı.
Sabah sobayı yakmak için dışarı odun almaya çıktım. Hava bir gecede değişmiş buz kesmişti. Kahvaltıyı cam kenarında esen poyraza karşı yaparken aklımda hep örek vardı. Ördek avının yılda nadir olarak rasgeldiği üç beş havadan biriydi. Çulluğa benzemez. Çulluk en azından birkaç gün geldiği merada oyalanır, yada hava durumuna göre başka yere geçer fakat aynı mera içinde kalır. Gerisi avcının ustalığına kalmıştır. Ama ördek havası onbeş dakkada değişir. Her havaya göre ördeğin yerini hesap etmek.... Ben bunalrı düşünürken çılgın ördekçi arkadaşım Fatih telefonumu acı acı çaldırmaya başlamıştı bile. 'Abi naber nasılsın' Sağol Fatihim sen nasılsın nelar yapıyosun bakalım?',
'Ne olsun abi hava soğudu takım taklavat hazır bir arayım dedim'.
' Valla ne yapsak ki bilader? Bende camdan bakıyorum tam havası bugün’. Derken biranda plan yapılmış, kimin yanında ne getireceği belirlenmiş yılların alışkanlığıyla eşyalar çarçabuk toplanıp yola düşülmüştü. Gece merada kalınacak iki gün av yapılacaktı. Yolda giderken alınacak bir hesabım olduğu aklıma geldi. Bundan birkaç hafta önce akşam vakti ev telefonu acı acı çalmaya başlamıştı. Hayırdır deyip açtım. Arayan almanyadan iyi bir avcı arkadaşımdı. Kendisinin orada teskeresi olmadığı için av yapamıyor fakat doğaya çıkıp biraz nefsini körlüyordu. Telefonda titreyen sesinden bir şey olduğunu anladım. O gün göl kenarına gitmiş, çalıların arkasına saklanıp ördek beklemeye başlamış. Üzerinde de kamuflaj elbiseleri olduğu halde bekliyormuş. Derken bunun tam arkasındaki tarladan iki ördek yürüye yemlene on metre yanına kadar gelmiş. Dişisi bunu görünce bir vaak demiş, fakat kaçmamışlar. Kıçlarının sallaya sallaya yürüyüp suya girmişler. Onu görüyor fakat hiç takmıyorlar, önünde yüzüp oynaşıyorlarmış. Bizimki ayağa kalkıp eliyle kışt demiş kaçan yok. Bağırmış çağırmış, silah sesi çıkarmış gene olmamış. Yeşil olan arada bir dönüp buna bir hişt hişt diyor yüzüp uzaklaşıyor sonra tekrar tam önüne geliyormuş. Derken diğer ger yeşiller, mırk mırk eden karatavuklar, turtt turrt diyen piskuyruklarda gelip önünde başlamışlar bizimkiyle dalga geçmeye. Yeşiller şişşt diyor gerler kahkahayı basıp uzun uzun gülüşüyorlarmış. Piskuyruklarda kuyruklarını pis pis sallayıp nazire yapmaya başlayınca bizimki daha fazla dayanamayıp koşarak uzaklaşmış. ‘Abi çok zoruma gitti bu bana yapılırmı’ diye telefonda salya sümük ağlamaya başladı. Ava gidememek, onlara dersini verememek çok dokunmuştu. Bir hayli hiddetlenmiştim. Benim bir avcı kardeşime yapılan böyle bir muamele banada yapılmış sayılırdı. Biz üç kıçı b..lu ördeği kendimize böyle güldürmeyiz. Sinirimden ellerim titremiş gözüm dönmüştü. Telefonu kapatınca intikam diye haykırdım. Hanımın enseme bir şaplak vurup ‘çocuğu uyandırdın’ demesiyle biraz kendime geldim. İşte bugün o dersi onlara verme günüydü. Varmı öyle garip gurbetçiye yaban ellerde artistlik.
Köye vardığımızda avcılığı pek olmayan ama iyiliğinden her türlü kahrımızı çeken Metin abi bizi karşıladı. Hemen bizi götürecek teknenin beklediği yere sürdük. Eşyalar bir anda tekneye taşınıp yerleştirildi. Meraya vardığımızda hava kararmak üzereydi. Eşyaları indirip güme yapmak için uygun bir yer aramaya başladık. Yaklaşık iki saatin sonunda uygun yeri bulup başladık kazmaya. Ben kazıyor, arkadaşım Fatih çalı çırpı saz ne bulursa topluyordu. Sabaha karşı gümemiz hazır, mührelerimiz atılmış, çayımız da demlenmişti. Şimdi bu soğukta ördek avının keyfi başkaydı. Çayı yudumlarken üzerimizden geçen birtane gere iki sıkı atıp ikincisinde vurmuştum. Fatihte düşerken bir sıkı çekmiş ve tutturmuştu. Sanki sıkılar biraz numara yapıyordu. Derhal gramaj değiştirildi. Mütemadiyen gelenlere atıyor vuryorduk. Hava an be an değişmeye başlamıştı. Bir poyraza dönüyor, sonra karayele geçiyordu. Ara ara yağmur da yağmaya başlamış hatta sulu kar yapmıştı. Onbeş dakka önce vurduğumuz sıkılar kabak gibi gelen kuşa bazen bir şey yapmıyordu. Hemen havaya göre sıkıları yeniliyor ve böylelikle verim alıyorduk. Burası vahşi Anadolu topraklarıydı. Burda öyle kuyruğunu sallatmazlar adama. İkinci günün sonunda soğuk, uykusuzluk ve zorlu bedensel aktivitenin vermiş olduğu yorgunluk güzel av yapmanın tadıyla birleşmiş, bizi hoşaf etmişti. Almanyaya da iyi bir ders vermiştik.
Uploaded with
ImageShack.usUploaded with
ImageShack.usUploaded with
ImageShack.usUploaded with
ImageShack.usUploaded with
ImageShack.usUploaded with
ImageShack.usUploaded with
ImageShack.usUploaded with
ImageShack.usArkadaşlar avımız limitler dahilinde iki günlük avdır. İkinci gün üç kişi avlandık.Bunuda belirtelim.