Geçen gün ailemle sohbet ederken konu köpeklere gelince, annemin hemde babamın anlattığına göre onların çocukluk zamanlarında köpeklerin askerler tarafından toplanıp kuyulara atılarak telef edildiğini, bazı köylülerin köpeklerini askerlerden sakladığını anlatmışlardı, hatta dedem Küçük isimli (İsmini kuyruğundan aldığı söylendi) bi siyah renkteki köpeğini evin altına buğday çuvallarının arkasına sakladığı söylendi.(tahminen 55-60 yıl öncesi)
Düşünüyorumda o zamn kim bilir nasıl köpek ırklarımız vardı da bu uygulamadan kurtulamayıp ırkları tükendi.Yaşatmaya çalıştığımız Kangal, Akbaş, Malaklı, Sultan tazısı, Zaar, Buldan sarısı,Çatal burun(bazıları genetik bozukluk diyor ama) fazla bilinmeyen Zerdava gibi kaç tane ırkımız olacaktı malesef yanlış uygulamalar yerli köpek ırklarını tehlikeye sokmuştur.
Bu uygulamayı kabul eden yada çıkaran kişiler tarafından düşünmeye çalışırsak, aklıma sadece kuduz salgınının bas gösterdıgı ve durdurmak için bu yola başvuruldugu akıma gelıyor yoksa baska bı açıklama getiremiyorum.
Google Amcaya sorduğum zaman, http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=118957 şu linkten bir yazı buldum.Bizans'tan beri İstanbul dört ayaklı mahlûklarının adedi her zaman için yüksek olan... Köpek nüfusundaki artış bazı zamanlarda patlama halini alınca yönetimler çare olarak ‘‘toplama kampı’’ yapılması oldu ve kamp Marmara Denizindeki Hayırsızada'da kuruldu.
Türk Tarihindeki Köpek Katliamları
İstanbul köpekleri ilk toplu sürgünlerinden birini 19. yy’ın ilk çeyreğinde İkinci Mahmudzamanında yaşadı. Hükümdar İstanbul'da ne kadar köpek varsa yakalanıp adaya gönderilmesini buyurdu birkaç gün boyunca şehirde belki de tek bir hayvan kalmadı: Halk ‘‘Hayvanlara eziyet etmek uğursuzluk getirir başımıza iş açılır köpekleri orada bırakmayalım’’ diye homurdanmaya başlayınca sağ kalan köpekler yeniden İstanbul sokaklarına salındı. Ama uğursuzluk da geldi: Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın ordusu Kahire'den kalktı Kütahya'ya kadar girdi...
1910' da ‘‘köpek meselesi’’ni çözmeye bu defa da İstanbul ‘‘Şehremini’’ yani Belediye Başkanı Suphi Beysoyundu: İstanbul'daki bütün köpeklerin yeniden Hayırsızada' ya yollanmasını emretti birkaç gün içinde 80 bin civarında köpek mecburi bir ada yolculuğuna çıkartıldı.
Hayırsızada sadece kayaydı dikili tek bir ağaç bile yoktu ve 80 bin köpeğin feryadı söylendiğine göre geceleri İstanbul'dan bile işitilir olmuştu... Sesler birkaç gün sonra kesildi zira yaşayabilmek için birbirlerini yiyen köpeklerden artık bir teki bile hayatta değildi...
İstanbul halkının beklediği uğursuzluk da gecikmedi: Balkan Savaşı patladı...
Paşa seneler sonra çıkarttığı ‘‘80 Yıllık Hatıralarım’’ başlıklı kitabında kendi dönemindeki köpek kıyımını ‘‘İstanbul'daki köpeklerin büyük bir kısmı toplatılarak Marmara'daki Hayırsız Ada'ya gönderilmişti. Bunları yavaş yavaş imha ettirdim. ...’’ diye övünerek anlatacaktı...
İşte köpekler konusunda sadece bugün değil geçmişte de pek iyi olmayan sicilimizden birkaç küçük örnek..
Pierre Loti'nin kaleminden:
‘‘...Bu ülkeye İkinci Mehmed' in ordularının ardından gelen köpekler ...Kimseyi hiçbir zaman ısırmamış olmalarına rağmen katliamların en iğrencine mahkûm edildiler. Hiçbir Türk Hilâl'e uğursuzluk getireceği söylenen bu onur kırıcı görevi üstlenmek istemedi. Bu yüzden serseriler işsiz güçsüzler ve haydutlar görevlendirildi. Bunlar işlerini demir kıskaçlarla yapıyorlar zavallı kurbanlarını boyunlarından ayaklarından ya da kuyruklarından yakalayorlar ve onları rastgele kan revann içinde Hayırsızada'ya götürecek olan mavnalara atıyorlardı.
Hayırsızada Marmara'nın ortasında çöle benzeyen bir kayaydı. İçecek bir damla su yoktu köpekler orada açlıktan ve susuzluktan öldüler ve bu arada bilinçlerini yitirdiklerinden birbirlerini yediler. Adanın yakınlarından bir kayık geçerken hepsi kıyıya geliyorlardı ve yürekleri parçalayan iniltileri duyuluyordu. Kayıkları ve insanları ne kadar uzakta olursa olsun gördüklerinde bütün saflıklarıyla yardıma çağırıyorlardı.
Mustafa Armağan:
Alıntı:
Şaka yollu, köpeklerin ahının yerde kalmadığını söyleyebiliriz sanıyorum. Baksanıza, köpekleri itlaf eden İttihadçılar da 10 yıla varmadan hem memleketi batırdılar, hem de kimisi Ermeni kurşunuyla vuruldu, kimisi bizzat derin devlet tarafından temizlendi. Geri kalanı ise Ermeni tehcirine, komitacılığa vs. karıştıktan sonra Cumhuriyet döneminde bir bir ortadan kaldırıldı.
adadaki köpeklerin durumunu bizzat gözlemlemek isteyen fransız bir gazetecinin yazdıkları şöyledir: (kaynak: dr. zekai muammer tunçman 1965, türk mikrobiyoloji yayını, s: 115-122)
Alıntı:
"dayanılmaz derece sıcak vardı. etkisinden kurtulmak için kabineme çekidim. vapur durmuştu. biraz kestirmiştim. hemen kalktım. acele merdivenleri çıkarak güverteye kendimi attım: küme küme köpek cesetleri ve etrafa yayılan çok fena bir koku. kaptan köprüsünde toplanmış olan arkadaşlarımın yanına çıktım. hepsi mendilleriyle burunlarını tıkamışlardı. koku o derece dayanılmaz bir hal almıştı ki ikinci kaptan emir verdi! kamaraların kapılarını, pencerelerini kapadılar. vapurun diğer kısımları da kapatıldı.
bir mil uzakta ağaçtan, bitkiden oluşmuş yalçın bir kayadan ibaret olan ada gözüküyordu. güneşin parlak ışınları görme kabiliyetimizi azaltmış olduğundan üzerinde bulunan hayvanları önce farketmemiştim. zannediyordum ki bu ada üzerinde taşlar hareketli, büyük bir kütle halinde çalkalanıyor, kaynaşıyor. bu yanlış görüşü güneşin etkisi yapıyor diye düşünmüştüm.
yalçın kayanın üstünde köpekler karınca gibi kaynıyor. bir kısmı kıyıya yayılmış, güneşin yakıcı sıcağından kurtulmak için ve biraz serinlemek için kendilerini suya atmışlar. diğer bir kısmı tepelere tırmanmış adeta tiyatrolardaki panıramaları andıran acıklı bir tablo vücuda getirmiş. yaklaştıkça durum ve görünüşler dah belirleniyor. dürbüne ihtiyaç duymaksızın gözlerimizle her şeyi, bu zavallı hayvanın çaresiz çırpınışlarını elemle görüyor ve izliyorduk.
köpeklerin en büyük kısmı sahili takip eden kayalık üzerinde toplanmıştı. pek çokları güneş hararetinden kavrulmuş, serinlemek için var güçleriyle suda yüzüyorlar, son takatlarına kadar suda kalmak istiyorlar. ötede beride görülen cesetlerin etrafında dolaşarak, çabalayarak bir parça et koparmaya çalışıyorlar... karadaki diğer kısmı ufak bir gölge bulabilmek için taş kovuklarına sığınmak üzere delik, deşik arıyorlar... diğer bir kısmı ise adeta delirmiş gibi oraya buraya koşuyorlar, sürekli kendi etraflarında dönüyorlar... seslerini şimdi tam olarak duyuyorduk. işittiğimiz bu feryatlar köpek havlaması değil adeta insan feryadı idi.
kaptan geminin düdüğünü çaldırdı. zavallı hayvanlar bir yardım sesi duymuş gibi heyecanlandılar. bu sese hayvanların nasıl yalvarırcasına cevap verdiklerini size anlatamam. bilmem göz önüne getirebiliyor musunuz? feryat ve inilti saçan bir yalçın kaya. bir yanardağ ki ateş yerine feryat, duman yerine cesetler saçıyor. bu kızgın zemin üzerinde su, yiyecek için ağızları açık köpekler...etrafında martıların uçuştuğu cesetler kısım kısım denizde lekeler oluşturuyor. vapur hareket etti. zavallı köpekler yine bizleri son bir ümit ile takibe çalışarak çırpınıyorlar. hiçbirşeyden habersiz geminin dalgaları onları büsbütün baturuyor, boğuyor, öldürüyordu. ne karada ne denizde ölümden başka onlara el uzatan yoktu. uzaktan bir romorkör'ün adaya doğru geldiğini gördük. arkasında iki mavna köpek dolu kafeslerle aynı adaya gidiyor. hayırsız ada'nın aç sakinlerine istanbul'dan taze köpek getiriyorlardı. biz uzaklaştık. marmara'nın yüzü üzerinde siyah bir nokta halinde kalan bu müthiş manzaralı adadan bakışlarımızı ayıramıyorduk
http://akbulutkoyu.blogcu.com/tarihimizin-iki-buyuk-kopek-soykirimi/2688398 http://www.hurriyet.com.tr/magazin/yazarlar/20220336.asp Elimizdekilerin kıymetini bilinmesi dileğiyle.