Sabahın erken saatlerinde av yerine ulaşmıştık. Keskin bir kekik kokusu ciğerlerimize kadar işliyor ve birçok şifalı otun kokusunu da bünyesinde barındırıyordu. Hazırlıklar bittiğinde ben kokuları ayırt etmeye çalışırken bir yandan da bitki örtüsünün dayanılmaz cazibesine kendimi kaptırıyordum. Deliceler, menengiçler, akça ağaçlar, sakızlar ve ladenler...
Burayı gerçekten seviyordum. Yürümesi, aşması çok zor bir coğrafyada keklik peşinde olmak ruhumu huzura taşıyordu. Kanat sesi duymak, tüfeği yüzlemek ve o dayanılmaz haz... Heyecanımı saklamak hiç işime gelmiyordu. Tüfeği ilk defa eline almış bir acemi kadar titriyordum. Ege'nin eşsiz deniz meltemleri saçlarımı okşuyor ve bu güzel av gününde, yorgunluğu son ana kadar taşımak istiyordum.
Barut ve Uçar deli gibi çalılara dalıyor ve koku duyularını son gücüne kadar zorluyorlardı. Uçar işinin uzmanı olmuştu. Ciddiyetini bozmayan bir makine gibi sürekli aranıyor, zaman zaman da sahibinin nerede olduğunu kontrol etmeden yapamıyordu. Barut henüz acemiliğinin bile başındaydı. Uçar ile oynamak istiyor, Uçar yüz vermeyip de işine devam ettikçe anlıyormuş gibi onu taklit etmeye çalışıyordu.
Av için çok ideal bir havaydı. Merada bizden başka avcı da yoktu. Bu şansımızı arttıracaktı şüphesiz.
Bir arkadaşımdan devir aldığım alt alta çiftem ile ilk avımdı. Bir süre denize bakan yamaçları dolaştık. Aşağıdan gelen bir çift atış sesi ile heyecanım zirveye çıktı. Soluğumu yavaşlatıp göğün dağlarla ve denizle birleştiği ufuk çizgisini izliyordum. Kınalı, sert kanat vuruşları ile sol çaprazıma uzakça mesafeden geçerken, yüzlediğim tüfeğin ön tetiğini düşürdüm. Vuramamıştım ama kınalıyı giderken izlemek de bana yetmişti. Az sonra alt taraftan iki sıkı daha atıldı ve koyun karşı yakasına giden 3 – 4 kınalıyı büyük bir zevkle izledim. Şimdi sıra koyun karşı yakasına geçmeye gelmişti. Aşağıda atılan sıkılardan biri hedefine ulaşmış bir keklik av torbasına girmişti.
Karşı yakaya üç avcı geçmiştik. Yolun geçit vermeyeceği noktaya kadar yürüdük. Uçar koku alıyordu, Barut da onu taklit ediyor, işini öğrenmeye çalışıyordu. Kondisyonumun da verdiği avantajla tepenin zirvesine doğru yürümeye başladım. Köpeklerin ikisi de aşağıda kalmıştı. Deliceleri taşlıyor ve bekliyordum. Adım adım yukarı doğru çıkarken, yorgunluğumun verdiği tatlı soluklanmayı da baskılamaya çalışıyordum. Taşladığım bir sıklıktan kalkan iki kınalı adrenalini zirveye çıkarmıştı. Tüfeğin üzerine yattım ve görüşümü engelleyen son yüksek çalıyı da sabırla bekledim. Arpacık ile keklik bir araya geldiğinde ise tetiği ezdim. Keklik düşmüştü. Diğer kekliğin kanat sesini duyabiliyordum. Birden görüş alanıma girdi ama ben tüfeği yüzümden indirmiştim. Aşağıdan gürleyen bir tüfek ile diğer keklik de düştü. Uçar ustaca bir hamle ile ikinci düşen kekliği buldu. Günün sürprizini ise benim vurduğum kekliği bulan Barut yapmıştı. Aport değildi bu ama kekliği bulmuş ve onunla oynuyordu. İlk defa bir keklik ile karşılaşmış ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ağzına alıyor ve tekrar yere bırakıyor, kokluyordu. Bu artık onun da avcı olmaya başladığının garantisi sayılabilirdi. Bu mutluluk bizim için tarif edilemezdi.
Avcı başına birer keklik ile dönüş yoluna vurduk kendimizi. Daha zamanımız vardı ama avı tadında bırakmanın gerektiğini düşünüyorduk. Zaten oldukça zor bir merada idik. Postallarımın bir tarafı açılmıştı bile. Keskin ve sert kayalıklar üzerinde yürümek, o mesafeleri aşmak kolay değildi. Engebeli arazi soluğumuzu kesiyor, sık sık dinleniyorduk.
Kekik ve adaçayı kokularının iyice keskinleştiği bir yerde sigara molası verdik. Av yeleklerimize biraz adaçayı ve kekik topladık. Biraz dinlendikten sonra da arabalara doğru yola koyulduk. Avlarımız, bu günün sonunda harika bir muhabbet ve iki büyük ! ile ziyafete ortak olacaklardı. Ustalarla av yapmanın hazzı ise ömrüm boyunca zihnimde kalacaktı.
RAST GELE