Rahmetli babamla bıldırcın avına giderdik. O zamanlar bizim oralarda bıldırcına kimse tüfek atmazdı. Babam hem köpeği gezdirmeyi hem de vurduğu bıldırcınları saplı kocaman bakır tavada pişirerek rakı içmeyi severdi. Yıllar sonra memleketime tayinim olmuştu. Babam rahatsız olduğu için ava gidemiyordu. Ama benim geleceğimi bildiğinden köpeğimizi kimseye vermemişti. Bıldırcın sezonu açılmıştı, tayinimin olmasından duyduğum sevinçle sezonun açıldığının farkında bile değildim. Zaten avcıların da bıldırcın diye bir derdi yoktu. Akşam yemeğini yedik ben çarşıya çıkarken babamlara uğradım. O esna da yağmur çiselemeye başladı. Hava mükemmeldi toprak mis gibi kokmaya başladı, babam balkonda çay içelim dedi ben de çarşıya gitme işimin yattığını anladım. Biraz sonra eşimde geldi, benim çarşıya çıkmadığımı görünce bana niçin haber vermedin beraber gelirdik dedi, bende mecbur kaldığımı uygun bir dille anlatmaya çalıştım. Yağmur şiddetini dittikçe artırıyordu. Birden babam sustu ve “bıldırcın bıldırcın geçiyor” dedi. Bu akşam Ortaklara bıldırcın düşer dedi. Benim avcılık damarlarım kabardı. Kalktım kimseye çaktırmadan malzemeleri karıştırdım ince saçma yoktu daha doğrusu hiç malzeme yoktu. Hemen çarşıya çıktım bayiden saçma, kovan, barut aldım rahmetli babamla bir güzel fişekleri doldurduk. Hâlbuki ilkokul çağlarından beri babamın bütün fişeklerini ben doldururdum. O akşam fişek doldurma işinden büyük bir haz aldığını gözlemledim. Sabah kalktım babama uğradım 16 numara MKE tüfeğini aldım arabaya yerleştirdim, köpeğimiz Rodi bagajı açar açmaz atladı, geri indirdim, babama haydi sen gelmiyor musun? Dedim. Onuda mutlaka ava götürmeliydim, bir kaç el attırmalıydım.. Rahmetli dünden hazırmış, annemin bütün söylenmelerine rağmen arabaya bindi. Annemin derdi babamın bana yük olacağı korkusuydu. Hâlbuki ben o gün müthiş zevk aldım. Sanki gece bıldırcın yağmıştı. Gerek babam gerek ben sırayla rodinin fermasında harikalar yarattık tabi asıl harikayı yaratan Rodi idi. Eve mutlu şekilde döndük Yıllarca aynı avlakta avlandım çiller bıldırcınlar vurdum. Benden başka oraya giden yoktu, daha doğrusu bıldırcına kimse gitmiyordu. Avcıların birçoğu tavşan avcısıydı keklikçilerde bıldırcına fişek atmayı istemiyorlardı. Çünkü istediklerinde fenerlerle yakalıyorlardı. Ne zaman keklik azaldı millet beni gördü, bıldırcına gider oldu. Bir gün arkadaşım Muzaffer bizimle Mehmet gelebilir mi? Diye sordu bende tabi dedim. Aslında ben biraz seçiciyimdir. Avımın daha doğrusu günümün berbat edilmesini istemem. .Çünkü hafta sonunu iple çekerim. O nedenle ava avcı ile gitmeyi yeğlerim. Muzaffer’i kırmak istemediğimden kabullendim. Daha sonraki yıllar Mehmet’le ava gittim hatta ona çördük lakabını taktım.Akşamüstü ava çıktık bol bıldırcın bulduk, bıldırcınlar o kadar yağlı ve büyüktü ki anlatamam. Köpek ferma verdi, birkaç bıldırcın kalktı duble yaptım birisi kanat kırığı düştü. Köpek ölü düşeni aldı getirdi diğerini ararken ben Sana Yağı paketi gibi dedim. Neyse köpek kanat kırığı düşeni de getirdi. Baktım bizim Çördük hala bir şeyler arıyor. Ne arıyorsun dedim “sana yağı paketini arıyorum hocam, çabuk bulamazsak erir” dedi bastık kahkahayı. İş işten geçtik ten sonra o da anladı. Ama oldu bir kere. Çördük bizimle birkaç defa daha ava geldi. Aslında o balık avcısıydı, bizi balığa götürdü unutulmaz anlar yaşattı. Ama her avcı gibi dilini tutamadığından yaptıklarını anlattı. Ortakları bir çok avcı öğrendi. O avlağa biz Muzafferle birlikte 7 yıl gittik. Çördük’ten sonra bütün avcılar yıllarca oraya gittiler. Bugün orada ne çil var ne de bıldırcın. Zamanlı zamansız avlandılar, ne yerlisi nede göçle geleni kaldı bıldırcının o avlağın lafı geçtiğin de kendimi suçlu hissediyorum. Avcı ava gidecek. Kimse kimseyi engelleyemez. Nereye ava gideceğine insanlar kendileri karar verir. Ama bir şartla; adam gibi avlanmak koşuluyla. Katliam yapmak için değil hoşça zaman geçirmek için. Yeni sezonda tüm avcılara rasgele.